Suriye’de bumerang ve yolun sonu
Arap Baharı trenine atlamadan önce Türkiye, Suriye ile ilişkileri normalleştirirken sınırdaki mayınları temizlemişti. Sonra desteklediği her bir grup mayına dönüştü. Türkiye bu mayınlar üzerinde daha fazla dans edemez, Suriye topraklarında kalarak kendini güvende tutamaz.
Türkiye, Suriye’de ektiğini biçiyor. Suriye'de silahlı isyanı tezgâhlayanlar, bunun için Türkiye’yi silah, mühimmat ve cihatçı otobanına dönüştürenler, vekalet savaşıyla şehirleri cehenneme çevirip milyonları göç ettirenler, duvara tosladıktan sonra yanlıştan dönmek yerine milis beslemeye devam edip komşuda paralel devletçilik oynayanlar şimdi sınırın altında ve üstünde serptikleri mayınlar patlarken ıslık çalarak sıyrılacaklarını sanıyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "kasap", "katil" ve "diktatör" dediği Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad’la ailece görüştüğü günlere dönmek istediğini söylerken "Suriye'nin iç işlerine karışmak gibi bir derdimiz asla yok" diyor. Suriye’ye 3,5 askeri harekât düzenlemiş, 200’ün üzerinde askeri üs kurmuş, övüne övüne 120 bin mevcutlu Suriye Milli Ordusu’nu (SMO) ilan etmiş, Antep’te ‘Suriye Geçici Hükümeti’ diye paralel yapı kurmuş, askeri muhalefete kalkan, sivil muhalefete hami olmuş ama yine de Suriye’nin iç işlerine karışmıyormuş!
Türkiye’de sığınmacılara karşı milliyetçi-ırkçı bir mutabakatla pogrom kalkışmaları olurken işler Suriye’de de çığırından çıktı. Kayseri’deki linç girişiminin ardından Afrin, İdlib, Azez, Cerablus, El Rai ve Marea gibi yerlerde TIR’lar, askeri üsler, valilik binası, PTT gibi hizmet kurumları ve Türk bayraklarının hedef alınması Suriye politikasının iflasını resmediyor. Osmanlı tohumlarını suladıkları yerlerde de dikenler çıkıveriyor; neden şaşırıyorlarsa!
***
Evet içeride ve dışarıdaki gelişmeler Suriye’de politika değişikliğini emrediyor. Sığınmacı meselesi artık yakıcı hal alıyor. İsrail, Lübnan’a cephe açarsa ateşi Suriye’yi de içine alabilir. ABD’de seçimlerden Donald Trump çıkarsa Suriye’de sürpriz gelişmeler olabilir. Türk askerinin bulunduğu Suriye ve milyonlarca Suriyelinin bulunduğu Türkiye tablosu büyük yangını ya da sürpriz gelişmeleri beklemeden Şam-Ankara uzlaşmasını zorunlu kılıyor.
Fakat dönüş yaparken ‘masumiyet’ pozu vermenin anlamı da yok. Son bir çıkış şansı kalmışken buna uygun manevra şart. Moskova masası heba edildi. Esad’la el sıkışmaya mahkum ama inatçı bir kibirle dayatmalarda bulundu:
Ne askerleri çekerim ne de muhaliflerin fişini. Önce sen Fırat’ın doğusundaki özerk yönetime düşmanlığını bir göster, senin gücün yetmiyorsa ben de el atarım; bir de benim himaye ettiğim şu muhalif güçleri yönetime ortak et; yanı sıra hızlıca şehirleri yeniden inşa etmeye koyulalım, sığınmacılar da dönsün, sen kazan ben de kazanayım. Müteahhitler abat olsun!
***
Ankara’nın kafasındaki denklemle normalleşme zor.
Türkiye’nin girdiği yerden çıkmadığına dair 1970’lerden Kıbrıs, 1990’lardan Irak ve yakın tarihten Libya örnekleri var. Dönen tartışmalardan çıkardığımız sonuca bakılırsa Esad, Erdoğan’dan garantörlerin güvencesinde resmi ve yazılı taahhütlere dayalı bir çekilme takvimi olmadan adım atmak istemiyor. Erdoğan sözlü taahhütle yetinip resmi güvenceden kaçıyor. Ayrıca Esad, Erdoğan’ı ödüllendirmek için yanıp tutuşmuyor. Aksine bütün felaketlerden Erdoğan’ı sorumlu tutuyor. Ruslar çekilme konusunda iki tarafı tatmin edecek bir formül bulmaya çalışıyor. Takvime bağlı aşamalı çekilme üzerinden gidiyorlar.
İkinci husus; Ankara ısrarla BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı uyarınca muhalifleri yönetime ortak edecek yeni anayasa ve seçimlerden bahsediyor. Bu kararın üzerinden 9 yıl geçti ve artık hikâye oldu. Bunun gölgesinde Cenevre süreci de Astana süreci de bir yere varmadı. Esad’ın yıkılmak üzereyken reddettiği bir formülü şimdi kabul etmesi çok iyimser bir beklenti. O formülle Şam’a atılacaklar arasında IŞİD, El Kaide, Müslüman Kardeşler ve bunların makyajla soldurulmuş türevler var.
Bu konuda uzlaşma olmadan Esad’la el sıkışmak silahlı grupların fişinin çekilmesi anlamına geliyor. Önlerinde üç seçenek var: Sonuna kadar savaşacaklar, silah bırakacaklar ya da Türkiye’ye çekilecekler. Bunlara alternatif sunmadan “paydos” demek ihanet sayılacağı için Türkiye’nin başına da bela olabilirler. Adanmış cihadi-selefi yapılardan söz ediyoruz. Ayrıca çıkar çarkı duracak savaş ağalarından. Al sana bumerang!
Türkiye M-4 yolunun çeperleri başta olmak üzere üç farklı cepte oluşturduğu koruma duvarını kaldırdığı zaman Suriye ordusu Rusya ve İran’ın desteğiyle bu grupları hızlıca dağıtabilir. Bu, Astana süreciyle gerilimi düşürme bölgeleri oluşturulurken yeşil otobüslerle Hama, Humus, Şam ve Kuneytra’dan kuzeye taşınan silahlı gruplar için ikinci bir süpürme operasyonu anlamına geliyor. Ama bu sefer Türkiye’den başka çekilecek yerleri yok. Açıkçası Esad bunları "Türkiye’nin sorunu" olarak görüyor. Tabii bu grupları çatışmayla halletme seçeneği büyük bir göç akınını da tetikleyebilir. Bölgedeki sorunların başında İdlib’e hükmeden HTŞ geliyor. IŞİD’in Suriye’deki ilk yapılanması Nusra Cephesi’nin devamı olan, sonra IŞİD’den kopup El Kaide’ye biat eden, daha sonra bölgede tutunabilmek için El Kaide’den de boşanan, İdlib’te ÖSO’yu tasfiye eden, Bab el Hava sınır kapısını kontrol eden, birkaç yıldır MİT ve Türk ordusuyla yaptığı iş birliği ile göz kamaştıran HTŞ’den söz ediyorum. HTŞ pazartesi günü muhalifler Türk üslerine saldırınca kendi özel timleriyle TSK’ye koruma teklif edecek kadar da pragmatik. Ankara, Türkiye’nin de terör örgütleri listesinde yer alan HTŞ ile ilgili Şam’a nasıl bir çözüm teklif ediyor?
Sığınmacıların hızlıca döndürülebileceği konusunda da kamuoyu yanıltılıyor. İnsanların yaşayabilecekleri şehirler olmadan sadece ilişkiler normalleşti diye kitleler halinde dönüş yapması mümkün değil. Suriye’ye dayatılan ağır yaptırımlar yeniden inşaya geçit vermiyor. Suriye ekonomisi bu haliyle içerdekileri de dışarıya çıkmaya zorluyor. Ankara’nın kazan-kazan mantığıyla arzuladığı yeniden inşa için gereken uluslararası finansman ABD-AB blokajını aşamıyor. Normalleşme Batılı ortaklara meydan okumayı gerektirebilir. ABD, Arap ülkelerinin Şam’la yeni sayfa açmasına ‘Suriye’ye yeni bir istikamet verir, İran’dan uzaklaşır, İsrail’le düşmanlığa son verir’ beklentisiyle zımnen onay veriyor. Benzer beklentileri, Şam-Ankara normalleşmesine de saplayabilirler. Aksi halde yaptırım sopasını hemen gösterirler. Unutmayalım ABD, Türkiye’nin SDG’ye karşı tutumu hariç Suriye’de aldığı pozisyondan memnun. Bu pozisyon Suriye’nin zafer kazanmasını önleyen bir pozisyon. Türkiye’nin bu pozisyondan çekilmesi ABD’nin çıkarına değil. Avrupa da Türkiye’den hem sınırın altında hem üstünde sığınmacıları tutacak şekilde gardiyanlık bekliyor. İdlib kapanırsa milyonlarca kişinin Türkiye’ye, oradan da, Avrupa’ya geçeceği korkusu hakim. O yüzden statükonun korunmasını istiyorlar. Orada El Kaide ve IŞİD’in devamı örgütlerin olması dert değil.
Esad normalleşmenin ne kadar fark yaratacağını da görmek isteyebilir. Türkiye, ABD’den bağımsız inisiyatif alabilecek mi? Yeniden inşaya bir faydası olacak mı? Aksi halde milyonlarca insanı tekrar ülkeye almak için acele etmeyecektir. Bu arada normalleşme olsa bile sığınmacıların önemli bir bölümü Suriye’ye dönmek istemeyebilir. Göç haritaları sığındıkları ülkelerde yıllar içinde hayat kuranların, doğup büyüyenlerin kolayca geri dönemediğini gösteriyor.
Kürtlerin liderliğindeki özerk yönetimin kaderiyle ilgili şarta gelince: Suriye yönetimi ABD’nin çizmelerine yer açtıkları ve enerji sahalarına el koydukları için çok kızgın olsa da Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ya da Halk Koruma Birlikleri’ni (YPG) ‘terör örgütü’ olarak görmüyor. Mevcut koşullarda Kürtlerle savaş Şam’ın tercihi değil. Esad, Erdoğan istiyor diye Suriye’yi tamamen parçalayacak ve devlete savaş açmamış bir yapıyla düşmanlık yaratacak bir yola girmek istemiyor. ABD’nin illaki bir gün çekileceği ve Kürtlerle anlaşmanın yolunun bulunabileceği hesabı yapılıyor. Fakat Türkiye’nin SDG’ye karşı baskıları da Şam’ın hesabına uyuyor. Özerk yönetim de son gelişmeleri fırsat olarak değerlendirip Türkiye’nin kontrol ettiği bölgedeki muhalif güçlere diyalog ve güç birliği teklif etti.
***
Türkiye "bayrağa uzanan eli kırarız” deyip askerlere “atış serbest” dese de sahadaki durum her zaman tersine dönmeye müsait. Suriye Milli Ordusu (SMO) bileşenlerinin biatlarını yenilemesi “Tamam sorun çözüldü, işimize bakalım” gibi bir rahatlığa meydan bırakmıyor.
Bir kere Erdoğan’ın Esad’la el sıkışmasını ihanet olarak görüyorlar. Astana sürecinden beri alttan alta biriken bir kızgınlık var. Sosyal medyaya yansıyan tepkileri derlersek özetle şu vurgular yapılıyor:
“Türkiye, Suriye Milli Ordusu’yla devrimci güçlerin Esad’a karşı savaşını sınırladı”; “Muhalifler, Türkiye’nin çıkarlarının bekçisine dönüştürüldü”; “PKK’ye karşı savaş öncelik haline geldi”; “Türkiye, kendi çıkarlarına uygun olarak savaşçıları Libya, Azerbaycan ve Afrika’daki operasyonlara götürdü”; “Türkiye devrime zarar verdi”; “Esad’la anlaşarak devrimci güçleri satıyor.”
Katar-Türkiye eksenine çok yakın olan Ahrar’uş Şam da Kayseri’deki şiddeti kınarken “devrimci güçlerin Esad’ı devirme hedefinde birleştiğini” ve “sığınmacıların ancak rejim devrildikten sonra güvenli bir şekilde dönebileceğini” vurguladı. Türkiye-Suriye normalleşmesine karşı tavrını ortaya koyuyor.
Türkiye’ye kızgınlıkta bir diğer mesele; “kurtarılmış bölgeler” dedikleri yerler kötü yönetiliyor. TL’nin tedavüle sokulduğu piyasa berbat. ‘Suriye Geçici Hükümeti’ni de MİT’in güdümünde işlevsiz bir aparat olarak görüyorlar. Buradaki başarısızlıklar Türkiye’ye fatura ediliyor. Ayrıca SMO milislerinin “haraç, yağma, istismar” çarkı Türkiye’nin kontrolündeki bir alanda dönüyor. Bunun yansımaları da var.
Kızgınlıkta bir diğer neden; Türkiye’den sınırın öte tarafına atılan sığınmacılar. Bunlar silahlı grupların istismarına uğruyor. Sığınacak yer ararken ya da bir yerden bir yere giderken haraç vermek zorunda kalıyorlar. Ve tabi güncel neden; Türkiye’de sığınmacılara yönelik her bir saldırı sınırın altında yankı buluyor. Rahatsızlar, ara sıra gösteri olsa da hatta bir seferinde MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın konvoyunun önünü kesseler de bu ölçekte bir tepki yaşanmamıştı.
Erdoğan’ın 'Kuvayi Milliye' diyecek kadar sahiplendiği ÖSO-SMO da uyumlu olmaya çalışıyor. Çünkü Türkiye’nin himayesi ve desteği bitmedi. Sınır kapılarından besleniyorlar ve aileleri Türkiye’de. TSK hala Suriye ordusunun önünde bir kalkan.
O yüzden de fırtınayı dindirmek için Geçici Suriye Hükümeti, Suriye Ulusal Koalisyonu, Suriye İslam Konseyi, HTŞ’nin Kurtuluş Hükümeti Ankara’yı memnun edecek açıklamalar yaptı. Hamza Tümeni, Süleyman Şah Tugayları, Muntasır Billah Tümeni, Ceyş’ul İslam, Sultan Murat Tümeni, Melikşah Tümeni gibi gruplar da eylemleri fitne olarak niteledi, Türk ordusunun yanında olduklarını vurguladı ve olaylara karışanların cezalandırılacağını vadetti.
En dikkat çekici açıklama HTŞ lideri Ebu Muhammed el Colani’den geldi. Herkesi “devrimin stratejik çıkarlarını gözetmeye” davet etti. Olayların başta Türkiye olmak üzere "devrimin müttefiklerine ve çıkarlarına zarar verdiğini” vurguladı. “İki değerli halk arasında fitne söndürülmelidir" dedi.
Türkiye önlem olarak Bab el Selame, Bab el Heva, Çobanbey/El Rai ve Cerablus sınır kapılarını "Hadi bakalım, gününüzü görün" dercesine bir süreliğine kapatırken MİT’in SMO ile toplantıları oldu ve sıra suçlu avına geldi. Ki 47 kişinin Türkiye’ye teslim edilmek üzere yakalandığı bilgisi paylaşıldı.
***
Beri tarafta Türkiye’de Suriye politikasının değişmesine şiddetli karşı çıkanlar velveleye başladı. Bu kulvarda korku salmanın binbir türü dönüyor; "Bakın işte SMO sadakatini gösterdi. Olayları zaten Esad/YPG/PKK/DAİŞ ajanları kışkırtıyor. Türkiye oyuna gelmesin. Türkiye çekilirse PKK ve Esad bölgeyi ele geçirir. Terör koridoru kurulur. En az 3 milyon Suriyeli daha Türkiye’nin kapılarına dayanır. Böylelikle Esad kendisini sevmeyen nüfustan tamamen kurtulur. Sakın ha Erdoğan Esad’la el sıkışmasın.”
Verdikleri akıl bu.
Olası bir çekilme stratejisi yüzde 100 Türkiye’nin çıktığı yerlere Suriye ordusunun yerleşmesini içerecektir. Başkasının kontrolü işgaldir. Suriye’yi Suriye ordusundan esirgeyen bir anlayış Türkiye’yi bu bataklığa sürükleyen kafa zaten. Bunların Batı'daki suflörleri de normalleşme olacak diye hop oturup hop kalkıyor. Tabi selefi-cihadi örgütlere, savaş ağalarına ve yağmacı çetelere ‘milli ordu’ derseniz saplandığınız akıl tutulmasından da çıkamazsınız. Arap Baharı trenine atlamadan önce Türkiye, Suriye ile ilişkileri normalleştirirken sınırdaki mayınları temizlemişti. Sonra desteklediği her bir grup mayına dönüştü. Türkiye bu mayınlar üzerinde daha fazla dans edemez, Suriye topraklarında kalarak kendini güvende tutamaz. Hükümet, Suriye’de Suriye yönetiminin terör örgütü olarak gördüğü milis güçlerle iş çevirdiği sürece provokasyonlar da bitmeyecektir.
***
Şimdi çözüm bekleyenlerin bir gözü Astana’daki Erdoğan-Putin görüşmesinde, diğer gözü arabuluculuğa soyunan Bağdat’ta. Rusya’nın Orta Doğu Özel Temsilcisi Alexander Lavrentiev 26 Haziran’da Esad’la görüştü. Verilen mesajlar olumluydu. Esad, “toprakların tümü üzerinde egemenliğe saygı ve terörizmle mücadele esaslarına dayandığı sürece bütün inisiyatiflere açık olduğunu” söyledi. Lavrentiev de koşulların her zamankinden daha uygun olduğunu belirtti. Rusya tarafların masaya önkoşullarla gelmemesini, çekilmenin kademeli olmasını istiyordu. Esad’ın sözleri bir yumuşama işareti olarak algılanıyor. Beri taraftan Bağdat’ta bakanlar düzeyinde bir görüşmenin altyapısını hazırlamaya çalışan Irak Başbakanı Muhammed Şiya el Sudani’nin çekilme ve mültecilerle ilgili uzlaşmazlığı henüz aşamadığı aktarılıyor. Bu yüzden buluşma takvimi henüz belirlenmedi. Ankara muhtemelen İran ve Rusya’nın Şam lehine kazandırdığı ağırlık olmadan Bağdat’ta ikili görüşmeden sonuç umuyor. İran da seçimlerin ardından denkleme dönecektir. Tahran’la son temaslar olumluydu.
İktidar çevrelerinde şiddet olayları diyalog çabasını sabote etmeye dönük kirli kumpas olarak görülüyor. Fakat Erdoğan olayları normalleşmeye karşı çıkan aktörleri susturmak için fırsata çevirebilir. Orta Doğu’da ateş yeniden yayılma eğilimindeyken camdan köşkte oturanların ihtiraslı politikalara son vermesi ve kendisini de yakacak tehlikeli kozları elinden çıkarması akıl kârıdır.
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
İki felâketten birine razı olmak! 04 Kasım 2024
Açılımda Kandil ve Suriye yok! Peki sahada olan ne? 31 Ekim 2024
Fars’ın stratejik aklı ne diyor; ‘Vur’ mu, ‘Dur’ mu? 28 Ekim 2024
Öcalan sahneye neden davet edildi? Ne tür oyunlar dönüyor? 24 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI